Hareket etmezsen acı üzerinde birikir...

Ne kadar doğru bilmiyorum. Hem öyleyse de nasıl uyuyorlar değil mi?
Bu soruyu sordum diye hemen cevabını söylemeyin. Sorduğum her sorunun cevabını bilmek istemem.
Hem ben zaten soruları, cevaplardan daha çok seviyorum ama zaten konumuz bu değil, hareket.

Ben daha aklına koyduğu bir şeyi yapmak için, beklemeden yola koyulan aceleci insanlardan bir şikayet geldiğini duymadım.
Ertelemenin, tıpkı o cümledeki gibi, akan suya taş attığını, gidilecek yerden alıkoyan bir birikimle nehir yatağını boş vesvese ve kuruntularla kirlettiğini fark ettim.
Seni heyecanlandıran bir şeyi yapmak için beklediğin beş dakika bile, kum taş toz. Bulanıklık, çırpıntı, kayıp. İnsanı araba gibi düşünelim.
Bazen her şeyi, başka bir şeymiş gibi düşünmek çok işe yarar. İnsanın da arabanın da vitesleri var.
Bir yere gitmek, bir şeyi oldurmak için bire alıyor, kalkıyor. Sonra, vay efendim üşendim, yok efendim yapmayayım şöyle olur böyle olurlar, vites büyütmeye engel oluyor.
E ne oluyor bu durumda? Motor yanıyor. Gitmeye başladığında hızlan” diyor bize araba. Aynı şeyi söylüyor hayat.
Doğal ve mekanik bütün işleyişlerde, hayatın bize göz kırpmaları var.
Onunla flört etmeye hazır, içi canlılık dolu her insan, bu flörte karşılık gözünü ‘anlıyorum’ manasında geri kırpar.
Şakacı bir üslupla düşünülemeyen her şey çok büyür, ama zaten konumuz bu değil, hareket.

İnsan apartmanlara ve şehirlere tıkışmadan çok önce hep hareket halindeydi. Hareketsiz kalmak, ayakta kalamamak demekti. Hem de en kaba tabiriyle.
Bir hayvan gelip seni yerdi. Bir fırtına çıkar, seni yutardı. Bir karanlık çıkagelir, yolunu kaybettirirdi. Ve en önemlisi, aç kalırdın.
Doğayla baş başa olduğumuz o yıllarda, aynı zamanda doğayla kafa kafayaydık da! Koşmazsan yakalayamazdın, koparamazdın, diğerlerine katılamazdın.
Hepimizin dedesinin dedesinin dedesinin dedesi, koşu şampiyonu, büyük halterci, uzun atlamacı! Şaka yapmıyorum.
Onların hareketleri sayesinde buradayız.
Ağaca tırmanıp o meyveyi koparmasalardı, geceleri odun toplayıp mağaralarda ateş yakmasalardı, su kenarlarına göç etmeselerdi, hayvanlardan kaçıp kurtulmasalardı, ne ben şu anda bu yazıyı yazıyor olacaktım ne de sen böyle dikkatle bunları okuyor olacaktın.
Dikkatini verdiğin her şey büyür, ama konumuz bu değil, hareket.

Yer altı hareketlerinin iyisi var kötüsü var ama ben deri altında, kalpteki hareketlenmenin kötüsüne rastlamadım.

Derimizin altında bizi heyecanlandıran, damarlarımızdaki kanı daha bir hızla döndüren her heyecana kutsal muamelesi yapmalı, onun en büyük savaşçısı olmalıyız.
Kafamızdaki susturucuları çöpe atmanın vaktidir! İnsanın en büyük düşmanı hareketsizliktir!

Hani bazı filmlerin başında duyulan o trompet gibi, DAB BARABAAAAA BARABARABA DABBARABAAAA!’yı üfleyin içinizden, şişirin yelkenleri ve koyulun yola, atalarınız adına ve Tanrı aşkına hareket edin, pişman olmayacaksınız!
İnsan yelkenliye benzer ve konumuz tam da bu. Hareket.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1816 yılında,Baltimore kentinde eski bir tapınağın duvarına yazılmış bir metin...

Habil,Kabil ve İklimya...

Maviyi Soruyordun,Mavi Bir Huydur Bizde