Kayıtlar

Ocak, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Daha mutlu yarınlar...

Birazdan sizinle paylaşacağım hikayeyi nerde okudum hatırlamıyorum ama not almışım tekrar okumak için.Sizinle paylaşmak istedim.Hepimiz bir kimsenin veya bir şeyin değerini onu kaybetmeden anlayamıyoruz.Anlayabilsek biliyoruz ki bu hayat daha yaşanılsı bir yer olacak,nedense bildiğimiz halde yine de var olduğumuz durumdan veya yerden hep şikayetçi oluyoruz. Padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti... Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı... Ağlamaya, inlemeye başladı... Tir tir titriyordu... Avutmak için çok uğraştılar, fakat bir türlü sakinleşmedi... Padişahın keyfi kaçmıştı... Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı; “Müsaade buyurursanız ben onu sustururum...” dedi... Padişah da: “Lütfetmiş olursunuz...” diye cevap verdi... *** Yaşlı adam, köleyi denize atmalarını istedi tayfalardan... Köle denize düşünce suya batıp çıkmaya başladı... Yüzme bilmiyor ve boğuluyordu... İlk defa denize

Şiir Sen ,Sen Şiir..

Bugün biraz kitapçı da dolaştım,yeni çıkan kitapları karıştırdım,kokladım,burada hemen bir parantez açayım kitap kokusunu bir de toprak kokusunu çok severim,bu iki koku bana hep geçmişi hatırlatır,nostalji kokar.Nazım Hikmet'in şiir kitaplarından birini elime aldım ve rastgele bir sayfasını çevirdim ve okumaya başladım.Şiir o kadar güzeldi ki önceden okuduğum halde her dizesini yuttum,yuttum,doyamadım bir daha okudum.Şiir biliyorum bazılarımız için bir şey ifade etmiyor artık,bazılarımız için de çok şey...Şiir bazılarımız için kış,bazılarımız içinde yaz.Şiir kimilerimiz için eşimiz,sevgilimiz,kimilerimiz için de çocuklarımızın minik elleri.Şiir Nazım Hikmet,şiir Aragon,şiir Necip Fazıl,şiir sen ,sen şiir.. Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insa

Ömür ölümün önsözü" dür...

Hayat her gün bir önceki günün tekrarı gibi geçip gidiyor.Nefes alıyoruz,yiyoruz,içiyoruz ,seviyoruz ve de seviliyoruz.Peki gerçekten doya doya yaşıyor muyuz? Yastığa başımızı koyduğumuz zaman ''ne güzel bir gündü şükürler olsun'' cümlesi kaç gün kurabiliyoruz?Şunu düşündüm:  aslında güzel yaşamak hiç de zor değil,pahalı  da değil.Sabah erken kalktım,45 dakika yürürken temiz havayı içime çekerken güzel yaşamanın küçük adımlardan ibaret olduğunu başımın üstünde uçusan kuşa fısıldadım.Uzun zaman önce kimin söylediğin hatırlamadığım bir cümle okumuştum:''Yaşamak basit olduğu için zordur.'' Ne kadar doğru kolay yaşamı biz sanki zor yapıyoruz.Basit yaşalım çok keyif alalım... Bilgeye sormuşlar:Dünyada en güzel şey nedir? -Sevmek Peki daha sonra? -Sevilmek Peki neden sevmek sevilmekten önce gelir? -Çünkü sevdiğine sevildiğinden daha emin olduğu için. Sevmek- sevilmek insanoğlunun yüzyıllar boyunca içinden çıkamadığı en büyük paradoksu Hz Adem ve Hz Ha

Acı Başını Yukarıya Kaldırdı...

"Acının şiddetli oluşu değil sürekli oluşu yoruyor bizi." -Oğuz Atay Birçok acıyı görmüş olan o gözler yorgundu.Yorgundu sözler,umutlar...Ölmeden de ölünebileceginin en buyuk kanitiydi kadın.Gozlerinde saklamayi beceremedigi birkac damla gözyası ve bolca bakıslarinda acı.Kadin artik kadin degildi.Sadece yaşamak nefes almaksa yaşıdığını söylerdiniz.Yuregine kocaman bir gunes koyup umuda yurumeliydi.Umut onun susamis gonlune iyi gelecekti.Umut'tu çocuk.Hayatı sadece çocuktu.Hayatı umut'tu.Kocası vardı ama artık yoktu,olmayacaktı.Oysa bir zamanlar o koca da umuttu.Her şey gibi umutlar da zamana yenik düşüyordu demek ki.Zamanın adaleti yoktu hiç.Bazı şeyleri susarak anlatıyordu.Susmak onun anlatım biçimiydi artık.Öğretmen kadının gözlerine baktı,bakamadı,korktu acıdan,üzüntüden.Acı kadının gözlerinin içini yiyordu.Kadından da dinlemek isterdi 'acı'nın tarfini,kimbilir nasıl bir tarif yapardı.Ya da yap(a)mazdı.Çünkü bir şeyi anlatabilmek için o şeyin zıddıyla da

''Bıraktığım Yerdeyim''

Bugünlerde televizyonlarda hava durumu dinlemek revaçta.Hava soğuk.Hava kızgın.Hava öfkeli.Bugün çarşamba,daha doğrusu çarşambanın son demleri.Canım bir şeyler yazmak istedi,niçin mi,bunu ben de  bilmiyorum.İnsan bazen sırf sıkıldığı için de yazı yazar.Galiba sıkıldım.Bugün çarşamba.Cemal Süreya,tanır mıınız? Belki büyük bir kahkaha attınız.Sen kim oluyorsun da Cemal Süreya'yı tanır mısınız diye söylendiniz belki de.''Umut'un icinde mut varsa Umutsuzluğun da icinde umut var"diyen bir şair nasıl bilinmez diye söylenmeye belki de devam ettiniz.Cemal Süreya bugün,takvim yaprakları 1990 yılını gösterirken aramızdan uçup gitti,rahmetle ve özlemle anıyoruz. Düşündüm,neden yazıyorsun? İlgi çekmek için mi,pek olanaklı bulmadım,eksik olan taraflarını yazarak mı kapatıyorsun? O kadar çok eksiğim var ki bunları yazı yazarak kapatmam neredeyse imkansız.Peki neden yazıyorsun? Belki de iyileşmek için,anlatmak için,bunların hiçbiri olmayadabilir.Yazmak mı daha zor,okumak mı?

Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, Tanrının inanacağı adam olmak zor.”

''..Niçin Rahim olanın değil de rahman olanın yanıbaşındadırlar? Rahim'in rahmeti sadece müminlerle sınırlı iken Rahman'ın merhameti bütün varlığı içine alır da ondan.Rahim olan kendine inananlara ihsan eder.Rahman olansa inanan-inanmayan bütün kullarına.Rahim'in rahmeti sonuca yöneliktir.Rahman'ın rahmeti başlangıca.Rahim cennet ehliyle yetinir.Rahman cehennem ehlini de,arafta kalanları da kucaklar...'' Yukarıdaki satırları Dücana Cündioğlu'nun ''Sanat ve Felsefe''kitabından aldım.

Bir insan ne kadar dinlediği müziğe benzer..

Müzik sizin için ne kadar önemli,en çok hangi tür müzikleri dinlersiniz? En çok ne zaman müzik dinlemek istersiniz? Peki sizin için müzik nedir? Arka arkaya sorular sorarak giriş yaptım yazıma.Nerden çıktı bu yazı diyecek olursanız sizi iki gün öncesine götüreyim.Okul o gün için bitmişti,yorgun argın eve döndüm.-Bu arada çoğu kişi çok komik yürüdüğümü söyler,aynanın karşısında gerçekten komik mi yürüyorum deneyeceğim-Kapıyı açmak üzere her zamanki gibi telaşlı bir şekilde tüm ceplerimi karıştırdım.Anahtar artık elimdeydi,tam kapıyı açmaya yönelmişken karşı komşumuzdan yanık sesli bir kadının(sanatçı) söylediği türkü insanın içine öyle bir işliyordu ki,bir an durdum,türküyü dinlemeye karar verdim.İşte ''o an'' bu yazı yazıldı.Şunu düşündüm:?Sahi siz ne kadar dinlediğiniz müziklere benziyorsunuz?Müzikler mi sizi şekillendiriyor,yoksa şekillenen siz mi müziklere benziyorsunuz? Komşum olan kadını düşündüm,kimbilir neler yaşadı bu yaşına kadar.Hangi acılar,hayalkırıkları,m

Peygamber ve Hain...

Resim
                                 Not:Ortaki kişi İsa.soldan üçüncü kişiYehuda(siyah sakallı) Yeni bir güne, yeni bir yıla uyandınız biliyorum. Ama eski ile yeni, iyi ile kötü arasında çok keskin hesaplaşmalara girmeden önce bu köşede hikâyesini daha önce başka bir gerekçeyle anlattığım şu resme dikkatle bakın istiyorum. Yeni yıla ‘son yemek’le başlamak şaşırtmasın sizi. Da Vinci’nin ‘son yemek’ tablosu sadece sanat tarihi değil neredeyse insanlık tarihini en çok uğraştırmış eser. (Öyle ki geçen defa konuyla ilgili yazım üzerine Halil Berktay ve Taraf’ın Telesiyej yazarı çok hoş bir ‘tablo mu fresk mi?’ tartışması yapmıştı.) Ne de olsa konu mühim. Hz. İsa çarmıha gerilmeden önce havarileriyle son konuşmasını yapıyor. Ama ne konuşma… “İçinizden biri bana ihanet edecek” diyor. İhanet! 12 yüz, 12 farklı reaksiyon. İşte Leonardo Da Vinci’den ‘o ânı’ resmetmesi isteniyor. Peygamber ve ihanet! *** Leonardo, gelenekleri yıkan bir sanatçı. Fakat öylesine titiz ki bir süre son