Bir evlat annesinin ölmesini ister mi?

Bugün  Radikal Gazetesini okurken bir yazıdan çok etkilendim,uzun süre kendime gelemedim ve bu dokunaklı yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum:

Ben istedim. Çünkü adım adım eriyişini, tükenişini görmek dayanılmazdı. Onun için de bizim için de...

Bir evlat annesinin ölmesini ister mi hiç?Annem artık Makedonya olarak anılan eski Yugoslavya topraklarında doğmuştu. Bununla da hep gurur duydu. Hatta Rumeli faşisti diye takıldım durdum ona.
İnsanın artık acıdan, yorgunluktan bitap düşmesini, kusmaktan helak olmasını, tuvalette saatler geçirmesini izlemek, üstelik bu kişi en yakınınızsa tarifi imkansız acılar veriyor. Annem kanserdi, son 18 ayını bağırsaklarına yayılan tümörlerle savaşarak geçirdi. Kestiler, biçtiler, diktiler. Sonrası yoğun kemoterapi seansları... Saçları dökülüverdi, ondan çok üzüldük belki. Peruk aldık. Olmadı, yakıştıramadı kendine. Sonra neyse çıktı saçları yeniden. Ama denenen onca ilaca vücudu artık dayanamaz hale geldi gün geçtikçe.
Bu meret öyle saldırgan ki hafifçe toparlandığın anda yeniden tüm gücüyle hücum ediyor sana. Organların iflas ediyor, artık işlevlerini yerine getiremez hale geliyorlar. Enfeksiyon yayılıp beyne kadar sıçrıyor ve kaçınılmaz son...
Anneciğim bu dünyada son 14 gününü bir yoğun bakım odasında, solunum cihazına bağlı geçirdi. Bilinci kapalıydı, dış uyaranlara tepki vermiyordu. Tesellimiz artık acı duymadığını bilmemizdi. İnsan böyle durumlarda bir mucizenin gelip kendisini bulmasını bekliyor yine de. Ama galiba mucizeler sadece kitaplarda, filmlerde oluyor. Aciz kaldık, elimizden kayıp gitmesi karşısında yapacak şeyimiz yoktu. Kimsenin yoktu, doktorlarının da.
Onu öyle görmek çok koysa da neredeyse her gün gidip elini tuttum, saçını-yanağını okşadım, ağladım o görmese de, içimden haykırdım ‘Artık direnmeyi bırak’ diye. Ve öldü... Annem aramızda değil artık.
‘Rumeli faşisti’
Onun sesini, şen kahkahasını duyamayacağımı, gülen gözlerini bir daha göremeyeceğimi bilmek acı veren. Kendini boş bir çuval gibi, dayak yemiş gibi hissettiren. Lezzetli yemeklerini bir daha yiyemeyeceğini bilmek. “Oğlum niye evlenmiyorsun, hayat böyle geçmez” diyen serzenişlerinden uzak kalmak hatta.
Bölük pörçük anılar dolanıyor beynimde. Annemin kokusu çalınıyor önce. Avcılar’dayız. Ambarlı’dan denize girildiği günlerde. Üstünden 30 yıl geçmiş. Ben, ablam ve annem. Denizdeyiz. Sünnet törenim sonra. Ne de yakışıklı olmuştum... Bisikletten düştüğümde nasıl kendini paraladığını anlatmayayım. Uzun yaz tatillerinde her yaz taşındığımız İzmir’deki haşarılıklarımı da.
Gel zaman git zaman büyüdük, artık aileyle zaman geçirmekten utanır olmuştuk. Ne büyük ayıp. Neyse ki iki sene önce yine bir zamanlar güzel günler geçirdiğimiz Eski Foça’daydık hep birlikte. En azından gönlünü kazanmayı bildim yıllar sonra böylece.
Annem artık Makedonya olarak anılan eski Yugoslavya topraklarında doğmuştu. Bununla da hep gurur duydu. Hatta “Rumeli faşisti” diye takıldım durdum hem ona hem de babama. Kızdırırdım onu, “Yumurta çıkmış kabuğunu beğenmiyor” sözünü yapıştırırdı hemen. Hep eleştirdim onu, zorladım, acı çektirdim ona, yaptıklarım ya da yapmadıklarımla. Ama açık açık göstermesem de sevgimi, çok sevdim.
İnsan böyle bir travmaya kendini hazırlayamıyor. Mümkün değil. Beyin böyle dizayn edilmemiş sonuçta. Ne kadar ‘Eziyet çekmesin artık’ desen de bencilce ‘Biraz daha yaşasın’a geliyorsun sonrasında. Duygular gidip geliyor anlayacağınız. Bilincini yitirmeden önce söylediği son sözler aklımdan hiç çıkmayacak. “N’olur, beni burada yalnız bırakmayın.” Ama bıraktık işte.
Anneciğim özür diliyorum, seni hayatta tutamadık. Uğurladık şiddetli sağanak altında, gözyaşları arasında sonsuzluğa. Kaderde seni kendi ellerimle mezara koymak da varmış, n’apalım, her şey insanlar için. Umarım huzur bulmuşsundur. Gerisi boş ama çok ağırmış dostlar...
UFUK KAAN ALTIN-Gazeteci

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1816 yılında,Baltimore kentinde eski bir tapınağın duvarına yazılmış bir metin...

Habil,Kabil ve İklimya...

Maviyi Soruyordun,Mavi Bir Huydur Bizde