Ömür ölümün önsözü" dür...

Hayat her gün bir önceki günün tekrarı gibi geçip gidiyor.Nefes alıyoruz,yiyoruz,içiyoruz ,seviyoruz ve de seviliyoruz.Peki gerçekten doya doya yaşıyor muyuz? Yastığa başımızı koyduğumuz zaman ''ne güzel bir gündü şükürler olsun'' cümlesi kaç gün kurabiliyoruz?Şunu düşündüm:  aslında güzel yaşamak hiç de zor değil,pahalı  da değil.Sabah erken kalktım,45 dakika yürürken temiz havayı içime çekerken güzel yaşamanın küçük adımlardan ibaret olduğunu başımın üstünde uçusan kuşa fısıldadım.Uzun zaman önce kimin söylediğin hatırlamadığım bir cümle okumuştum:''Yaşamak basit olduğu için zordur.'' Ne kadar doğru kolay yaşamı biz sanki zor yapıyoruz.Basit yaşalım çok keyif alalım...

Bilgeye sormuşlar:Dünyada en güzel şey nedir?
-Sevmek
Peki daha sonra?
-Sevilmek
Peki neden sevmek sevilmekten önce gelir?
-Çünkü sevdiğine sevildiğinden daha emin olduğu için.

Sevmek- sevilmek insanoğlunun yüzyıllar boyunca içinden çıkamadığı en büyük paradoksu Hz Adem ve Hz Havva'dan beri.Acaba ilk seven kim,ilk sevilen kim?Hz Havva'mı daha çok sevmiştir yoksa Hz Adem mi? Peki siz sevmenin mi öznesi olmak isterdiniz,sevilmenin mi?

Pazar günler severim artık daha çok seviyorum.Bu averilik günde en büyük keyfim saatlerce gazete okumak.Son günlerde birisi var ki ilk onu okuyorum,ne yazmış acaba bu hafta diye en çok onu merak ediyorum.Ercan Kesal pazar günleri Radikal Gazeteinde yazıyor buna sadece yazmak denirse.Adeta yaşatıyor yazdıklarını,en derinimize,bam telimize kadar dokunduruyor.Size bu haftaki yazısından biraz tadımlık:
''...Mecburi hizmet yılları, adliye mührüyle tanışılan yıllardır.
Dokuz-on yaşlarında bir çocuk. Karşımda sessizce oturuyor. Doğuştan zekâ özürlü. Yanında bir jandarma. Biraz ötede babası. Başı önünde, dalgın. Jandarmanın uzattığı tutanağı okuyorum: ‘Fiili Livata’. Amcasının işi. Tutanak ayrı bir felaket. İfadesini alırken içini dışına çıkarmışlar sanki. Tuhaf sorular, gereksiz ayrıntılar. Sormuş ve seyre durmuşlar.
Hiç, birileriyle aynı dünyada yaşamaktan utanç duyduğunuz anlar oldu mu? Öyle bir olay işte.
Çocuğa bakıyorum. Başına gelenlerin pek farkında değil gibi. Onun derdi bileğinin iç kısmındaki mor adliye mührü. Mühre bakıyor arada sırada. Bir ara eliyle uğraştığını fark ediyorum. Elini yavaşça ağzına götürüp tükürüğüyle ıslatıyor ve silmeye çalışıyor. Jandarma dürtüyor çocuğun omzunu: “Silme onu.” Çocuk bırakıyor çaresiz. Hemşire hanımı çağırıyorum: “Alkollü gazlı bir bez getirin. Bileğindeki şu mührü silin.” Jandarma telaşlanıyor, itiraz edecek. “Ben konuşurum komutanla. Merak etme sen.” Az sonra çocuğun yüzünde küçücük bir gülümseme. Ne yaptım ki? Ama ahir ömrümdeki en güzel hediyelerden biri galiba onun gülüşü...''

Kadın olalım erkek olalım galiba eş seçimimiz,sevgililerimiz bizim nasıl birisi olduğumuzan dair fikirler veriyor.Belki de bizim nasıl biri olduğumuz seçimlerimiz belirliyor.Seçimlerimiz-seçilmelerimiz bizim coğrafyamız-kaderimiz oluveriyor.Hepimiz seçimlerimizle var oluyoruz.
Yazımı çok sevdiğim bir şiirle bitireyim:

karamsar olmak zor değil,
zor olan çılgın bir fırtınadan sonra
gökkuşağı gibi gülümseyebilmektir...
kucaklamaya kollarının yetmeyeceği bir ağaç,
bir tohumla başlar;
en uzun yolculuklar, bir adımla başlar;
gerçek sevgiler ise bir tebessümle başlar...
annem her fırsatta çocuklarına
güneşe doğru zıplamalarını öğütlerdi.
güneşe ulaşamazdık ama
hiç olmazsa ayaklarımız yerden kesilirdi.

ZoraNeale Hurston

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1816 yılında,Baltimore kentinde eski bir tapınağın duvarına yazılmış bir metin...

Habil,Kabil ve İklimya...

Maviyi Soruyordun,Mavi Bir Huydur Bizde