Bazen görmeyi unuttuğum şeylerin bakmayı unuttuklarım olduğunu...

ını. Herkesin ışığının sonradan tanıdıkça yandığını, ilk başta oynayanın sadece bir gölge oyunu olduğunu.

Bir insana ilk kez sadece eskimişKimseye ilk bakışın asıl bakış olmadığ bir çerçeveden bakılabildiğini.

Şansı verince içlerinden, hani o doğum günü kartlarında olduğu gibi, üç boyutlu rengarenk bir katlama sanatı çıktığını.

Herkesin bir nevi o çocukken yediğimiz sürpriz yumurtalardan olduğunu...

Bazen görmeyi unuttuğum şeylerin bakmayı unuttuklarım olduğunu.

Kalbi ritim tutmuş, hayat dansı yapan tüm canlıların benim canım olduğunu.

Eşitim, kardeşim olduğunu.

Şu gördüğüm herkesin, sadece tesadüfen, annem babam kardeşim kuzenim dostum sevgilim olmadığını.

Hayatın bir mucize, her sabah uyanmanın bir şaheser, nefes alıp vermenin büyük bir festival olduğunu.

Her gün oynanan bu deli tiyatronun parçası olmanın neşesiyle bir kez daha uyanmanın coşkusunu kalbimde bir kelebek gibi taşımayı.

Taşarsam da taşmayı, kaçarsam da kaçmayı, üşenmeden yapmayı.

Benim bulduğum dışında, binlerce başka ihtimalin de olduğunu. Kim bilir ne olduğunu.

Hikayelerin bolluğunu. Her hikayenin bir anlatıcısı, her anlatıcının bir sesi, her sesin de evrende bir yeri olduğunu.

Kollarımı sonuna kadar açtığımda içine düşen her şeyden iyilik geleceğini.

Seversem yeşerteceğimi. Zaten her şeyin sadece severek yeşertileceğini.

Cesaret göstermeden büyünmeyeceğini.

Hep aynı yollara saparak başka yere varılmayacağını.

İnsanın bazen kendini korkutmasının şart olduğunu.

Kendini korkutmayanın gün gelip her şeyden korkar olduğunu. Bir iki üç sayıp atlamayı.

Düştüğün yeri hiç sorgulamamayı. Rüzgarla taşınan bir polen gibi, her konduğunun seni çoğaltacak çiçek olduğunu unutmamayı.

‘Sen’in çoğu zaman benden önce geldiğini. Ama benim de her zaman benle geldiğini.

Başkası olmayı aklımdan bile geçirmemeyi, başkalarının olduğunu aklımdan hiç çıkarmamayı.

Aslında, bütün bu matematiklerin sonunda, senin aslında ben benim de sen olduğumuz sonucunun çıkacağını.

Benzerlikleri abartmamayı, farklılıkları kabartmamayı. Bazen kafiyelerde de erdem bulmayı.

Bir sabah uyanıp, tam da hissettiklerimin aynısını aynen şu an yaptığım gibi, bir kağıda yazmamın hayatıma en büyük aşk mektubu, Allah’a en büyük şükür olduğunu.

O mektubun mürekkebi, kağıdı, eli, teri, dudağı, gözyaşı, pulu, adresi, tarihi olmayı. Hepsinin toplamda ne çok, ne de olduğunu!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1816 yılında,Baltimore kentinde eski bir tapınağın duvarına yazılmış bir metin...

Habil,Kabil ve İklimya...

Maviyi Soruyordun,Mavi Bir Huydur Bizde